UAÖ - Güvenli Olmayan Sığınak

madde14 sitesinden
Şuraya atla: kullan, ara

Uluslararası Af Örgütü tarafından 2015'da yayınlanan Güvenli Olmayan Sığınak: Türkiye'de Sığınmacılar ve Mülteciler Etkili Korumaya Erişemiyor başlıklı raporun giriş bölümünü aşağıda bulabilirsiniz.


Raporun Türkçe tam metnini pdf formatında indirmek için tıklayınız.


GİRİŞ

Dünya, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en ağır mülteci krizini yaşıyor. Yaklaşık 60 milyon kadın, erkek ve çocuk çatışmalar, şiddet ve zulüm nedeniyle yerinden edilmiş durumda. Bu nüfusun yaklaşık 20 milyonu menşe ülkelerinin dışında yaşayan mültecilerden oluşuyor ve mültecilerin de %86’sı gelişmekte olan ülkelerde yaşıyorlar.

Dünyanın en zengin siyasi bloğu olan Avrupa Birliği (AB) ise uzun yıllardır yaşanan bu en vahim yerinden edilme krizi karşısında sığınmacı ve mültecilerin Avrupa’ya erişimini etkili bir biçimde engellemeye çalışıyor. AB, “Kale Avrupası” olarak adlandırılan politikalar çerçevesinde kara sınırlarına tel örgüler çekiyor, giderek artan sayıda sınır muhafızını konuşlandırıyor, komşusu olan ülkelerle göçmen ve mültecileri dışarıda tutmak için anlaşmalar imzalıyor. 2015 yılında AB üye ülkelerinde yeniden yerleştirilen mülteci sayısı yalnızca 8,155 kişiydi.

Uluslararası toplumun mültecileri kabul etme sorumluluğunu paylaşmadaki başarısızlığından ötürü, çok az sayıda ülke büyük bir göçmen ve mülteci nüfusu ile baş etme durumunda kalıyor. Dünyadaki sığınmacı ve mülteci nüfusunun üç milyondan fazlasının yaşadığı Türkiye de bu ülkelerden biri. Bu üç milyonluk nüfusun büyük bir bölümü, Suriye’den gelen mültecilerden – yaklaşık 2.75 milyon – oluşuyor. Türkiye, aynı zamanda, çoğunluğunu Iraklı ve Afgan mültecilerin oluşturduğu ve aralarında kayda değer sayıda İranlı, Somalili ve Filistinli mültecinin de bulunduğu toplam 400 bin daha Suriyeli olmayan sığınmacı ve mülteciyi de barındırıyor. Türkiye, mültecilere karşı genel olarak olumlu bir tavır sergilese de, sayıların bu denli yüksek olması, ülkenin henüz yeni oluşan sığınma sistemi ile mültecilerin ihtiyaçlarına cevap verebilme kapasitesi üzerinde kaçınılmaz olarak ciddi bir baskı oluşturmuş durumda.

Güvenli ve düzenli bir şekilde AB’ye erişimin makul bir beklenti olmaktan çıkması nedeniyle, çoğu Afrika ve Orta Doğu’dan gelen ve Türkiye üzerinden geçen daha önce görülmemiş sayılarda insan AB’ye ulaşmak için düzensiz kara ya da deniz yolculuklarında hayatlarını tehlikeye atıyor. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) 2015 yılında Avrupa’ya düzensiz olarak deniz yoluyla 1 milyondan fazla kişinin ulaştığını ve bu kişilerin 850 bin kadarının ise bu geçişleri Yunanistan adaları üzerinden gerçekleştirdiklerini kayda geçti. IOM, yine 2015 yılı içinde, Akdeniz’i geçmeye çalışırken, aralarında Doğu Akdeniz rotasında hayatını kaybeden 805 kişinin de bulunduğu 3,771 göçmen ve mültecinin öldüğünü ifade etti.

2015 yılının ikinci yarısında Yunanistan adalarına düzensiz yollardan ulaşan göçmen ve mültecilerin sayısının artmaya devam etmesiyle, bu zamana kadar mültecilere kapılarını açan Almanya gibi devletler dâhi, mültecilerin Avrupa’ya girişini engellemenin ve caydırmanın yollarını aramaya yöneldiler. Bu itibarla, başını Almanya’nın çektiği AB üyesi bazı ülkeler, 2015 yılı sonuna doğru Türkiye ile göç kontrolü anlaşması müzakere etmeye başladı ve müzakereler Mart 2016 tarihindeki AB-Türkiye Anlaşması olarak anılan anlaşmayla sonuçlandı. Söz konusu anlaşma uyarınca “20 Mart 2016 tarihi itibariyle Türkiye’den yola çıkarak Yunanistan adalarına ulaşan tüm düzensiz göçmenler Türkiye’ye geri gönderilecek”. Bu, Yunanistan’da

sığınma talebinde bulunmamış olanlar, sığınma başvuruları Yunanistan yetkilileri tarafından değerlendirilmiş ancak başvurularının haklı nedenlere dayanmadığına hükmedilmiş olanlar ve başvuruları Yunanistan yetkilileri tarafından kabul edilemez olarak değerlendirilenler olmak üzere üç farklı kategorideki kişilerin Türkiye’ye geri gönderileceği anlamına geliyor. AB ise karşılık olarak, toplam 72 bin mülteciyi aşmamak kaydıyla, Yunanistan’dan Türkiye’ye gönderilen her bir Suriyeli mülteci için Türkiye’de yaşayan bir Suriyeli mültecinin AB’ye yerleştirilmesi, “Türkiye Mülteci Aracı” adı altında 6 milyar avroluk bir fonun (yaklaşık 6,7 milyar ABD Doları) Türkiye’ye tahsis edilmesi, Türkiye vatandaşlarına Haziran 2016 itibariyle vize serbestisinin tanınması ve Türkiye’nin hâlihazırda yavaşlamış olan AB üyeliği için yürütülen müzakere sürecinin canlandırılması taahhütlerinde bulundu.

AB-Türkiye Anlaşması’ndaki bazı unsurlar yeni değil. Nitekim Yunanistan’ın Türkiye ile imzalanmış olan yürürlükteki geri kabul anlaşmaları çerçevesinde sığınma talebinde bulunmamış kişiler ile sığınma başvurularının haklı gerekçelere dayanmadığı değerlendirilen başvurucuları, Türkiye’ye geri göndermesi hâlihazırda kendisinden beklenen bir uygulama. Ancak, AB-Türkiye Anlaşması çerçevesinde geri göndermeye konu olabilecek üçüncü grup olan başvurularının “kabul edilemez” olduğu değerlendirilenlerse tamamen yeni bir kategori teşkil ediyor. Yunanistan’ın sığınma yasalarında yapılan değişikliklerin ardından, Türkiye’nin bu kategorideki kişiler için “ilk iltica ülkesi” (kişi hâlihazırda Türkiye’de mülteci olarak tanınmış ya da yeterli bir korumaya erişilebiliyor ise) ya da “güvenli üçüncü ülke” (Türkiye geri kabul edilen kişiye koruma sağlayabiliyor) olup olmadığının bireysel olarak değerlendirilmesiyle belirleniyor. Bu kategorinin getirdiği temel yenilik ve esasında meselenin özü, söz konusu kategorinin, prima facie (varışta) ve haklı bir uluslararası koruma ihtiyacı bulunan kişileri de (Yunanistan adalarına ulaşanların büyük bir çoğunluğunu) içerecek şekilde kurgulanmış olmasında yatıyor.


AB-Türkiye Anlaşması, Türkiye’nin sığınmacı ve mültecilerin geri gönderilebileceği güvenli bir ülke olduğu varsayımına dayanıyor. Bir ülkenin “güvenli” olmayabileceğinin en açık göstergelerinden biri, o ülkenin geri göndermeme (non-refoulement) ilkesini, yani bireyleri ciddi insan hakları ihlallerine maruz kalacakları ülkelere geri gönderme yasağının ihlal ediliyor olmasıdır. Uluslararası Af Örgütü’nün 2015 yılı sonu ve 2016 yılı başına tekabül eden dönemde yaptığı araştırmalar, Türkiye’de yaşayan sığınmacı ve mültecilerin tam da bu tür risklerle karşı karşıya kalabilecekleri ülkeler olan Afganistan, Irak ve Suriye’ye gönderildiklerini göstermişti. Ancak bir ülkenin sığınmacı ve mültecilerin geri gönderilmesi için “güvenli” kabul edilmesine yalnızca bu unsurlara bakılarak hükmedilemez. Bu tür bir değerlendirmede bulunulurken, geri gönderilen kişilerin söz konusu ülkede, etkili bir korumadan istifade etme imkânlarının olup olmadığına; bir diğer ifadeyle, geri gönderilecekleri ülkede sığınmacı ya da mülteci olarak sahip oldukları haklardan tam olarak yararlanıp yararlanamadıklarına da bakılmalıdır.

Bu rapor, sığınmacı ve mültecilerin Türkiye’deki durumuna odaklanıyor ve Türkiye’nin, AB ve uluslararası hukukta öngörülenin aksine, sığınmacı ve mültecilere etkili koruma sağlamadığını ortaya koyuyor.


Öncelikle Türkiye’de sığınmacıların adil ve etkili bir statü değerlendirme prosedürlerine erişimleri bulunmuyor. Türkiye’nin henüz iki yıllık bir geçmişe sahip olan sığınma sistemi hâlâ kurulma aşamasında ve yüz binlerce sığınmacının yaptığı bireysel başvuruyu da değerlendirme kapasitesine de sahip değil. İkinci olarak, Türkiye’deki sığınmacı ve mültecilerin, “kalıcı çözüm” olarak anılan mekanizmalara zamanlı bir biçimde erişme imkânları da yok. BM’nin mültecilerden sorumlu kurumu olan BMMYK, mülteci krizleri için (güvenli olan durumlarda) menşe ülkeye geri dönüş, entegrasyon ve üçüncü ülkeye yeniden yerleştirmeden oluşan üç farklı kalıcı çözüm bulunduğu ifade ediyor. Türkiye, Avrupalı olmayan sığınmacılara mülteci statüsü vermeyi reddettiği ve uluslararası toplum da dünyadaki yerinden edilen nüfusa ilişkin olarak adil bir sorumluluk paylaşımında bulunmadığı için, Türkiye’de yaşayan sığınmacı ve mülteciler kendilerine uygulanabilecek mevcut kalıcı çözümlerin her ikisine de erişemiyorlar. Üçüncü olarak, Türkiye’de yaşayan sığınmacı ve mültecilerin yeterli yaşam standartlarına erişebilmelerini için, gerekli geçim kaynaklarına ulaşmalarına da imkân tanınmıyor. Devlet kurumlarının, barınma başta olmak üzere, kişilerin temel ihtiyaçlarını karşılamadığı ve yine kişilerin kendilerine yetebilmelerinin önünde ciddi engellerin bulunduğu Türkiye, sığınmacı ve mültecilerin onurlu bir yaşam sürdürebilecekleri bir ortamı da tesis edememiş durumda.

Bu rapor, Türkiye’nin sığınmacı ve mülteciler için güvenli bir ülke olduğu varsayımının bir kurgudan ibaret olduğunu ortaya koyuyor. Bu sonuç sadece Türkiye’yi eleştirmek amacıyla varılmış bir sonuç değil; zira oldukça yüksek sayıda sığınmacı ve mültecinin yaşadığı bir ülkede yeni kurulmuş bir sığınma sisteminin zorlanması anlaşılır bir durumdur. Türkiye, mültecilerin topraklarında barınmalarına yönelik olarak hatırı sayılır tutarda harcamalar yapmıştır. Dolayısıyla bu raporun ifade etmeye çalıştığı temel nokta, AB’nin, mevcut durum itibariyle sığınmacı ve mültecilerin haklarına tam olarak saygı gösterme kapasitesine sahip olmayan bir ülkeye geri gönderilmelerine onay vermesindeki umursamazlığının altını çizmektir. AB-Türkiye Anlaşması mülteciler bakımından kötü bir anlaşmadır ve sığınmacı ve mültecilerin bu anlaşma çerçevesinde geri gönderilmeleri askıya alınmalıdır.




Raporlar.jpg
Raporlar

Konuya Göre: Türkiye · Suriye · Yunanistan · Avrupa · Ortadoğu · Afrika · Asya · LGBTQ+ · İklim Mültecileri
Yıllara Göre: 1989 · 1999 · 2000 · 2001 · 2002 · 2003 · 2004· 2005 · 2006 · 2007 · 2008 · 2009 · 2010 · 2011 · 2012 · 2013 · 2014 · 2015 · 2016 · 2017 · 2018 · 2019 · 2020 · 2021 · 2022 · 2023