Kurkaev / Türkiye

madde14 sitesinden
Şuraya atla: kullan, ara

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi · AİHM Kararları · Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtüzüğü

Kurkaev / Türkiye
Aihmlogo.jpg
Başvurucu Kurkaev
Davalı Ülke Türkiye
Başvuru No 10424/05
Karar Tarihi 19 Ekim 2010
Kaynak http://www.inhak-bb.adalet.gov.tr/aihm/karar/kurkaev01.04.2011.doc

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

KURKAEV/Türkiye Davası

Başvuru No: 10424/05

Strazburg

19 Ekim 2010


İKİNCİ DAİRE


USUL


Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 10424/05 no’lu davanın nedeni, Ruslan Kurkaev isimli Rus vatandaşının (“başvuran”), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, 21 Mart 2005 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Sözleşme’nin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.


Başvuran, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) önünde, İstanbul Barosu avukatlarından H. K. Elban tarafından temsil edilmiştir.


OLAYLAR


  1. DAVANIN KOŞULLARI

Başvuran 1983 doğumludur ve İstanbul’da ikamet etmektedir.


Taraflarca anlatıldığı şekliyle dava olayları şu şekilde özetlenebilir:


Çeçenistan’ın Grozni şehrinde yaşamakta olan başvuran, yaşadığı ölüm korkusu nedeniyle Ağustos 2000’de Azerbaycan’a gitmiş, buradan 4 Eylül 2000 tarihinde uçakla İstanbul’a geçmiştir.


Başvuran, 23 Haziran 2004 tarihinde, İstanbul'da gerçekleştirilen NATO zirvesi için alınan güvenlik tedbirleri kapsamında, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde görevli polis memurları tarafından başka kişilerle birlikte gözaltına alınmıştır.


Başvuran, 25 Haziran 2004 tarihinde, sınır dışı edilmek üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi'ne götürülmüştür. 29 Haziran 2004 tarihinde, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, 2004 NATO zirvesiyle bağlantılı olarak gözaltına alınan başvuran ve diğer kişiler hakkında ceza kovuşturması başlatılması için yeterli delil bulunmaması nedeniyle takipsizlik kararı vermiştir.


5683 No.lu Kanun’un 23. maddesi uyarınca, başvuran, sınır dışı işlemleri sonlanıncaya kadar İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi'nde tutulmaya devam etmiştir.


25 Eylül 2004 tarihinde başvuran serbest bırakılmıştır. Başvuran, o tarihten itibaren geçici ikamet izni alarak İstanbul’da yaşamaya devam etmiştir.


  1. TUTUKLULUK KOŞULLARI
  1. Başvuranın ifadesi

Başvuran, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi'nde, hiç penceresi olmayan, dolayısıyla da günışığı almayan çok kalabalık bir odada doksan bir gün boyunca tutulduğunu iddia etmiştir. Başvuran, sayıları 100 ila 200 arasında değişen sığınmacılar için odada otuz sekiz yatak bulunduğunu ileri sürmüştür. Sığınmacı sayısının çok fazla olması nedeniyle, başvuran, birçok kez çarşafsız ve battaniyesiz bir şekilde yerde yatmak zorunda bırakılmıştır. Yabancılar Şubesi’nde tutulduğu süre boyunca başvuranın açık havaya çıkmasına izin verilmemiştir. Başvuran, hijyen koşullarının çok kötü olduğunu ve en az yüz sığınmacıya hizmet veren üç tuvalet ve iki duşun bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvuran, yemeğin yeterli olmadığını, her gün aynı yemeğin çıktığını belirtmiştir. Başvuran, iddialarını desteklemek üzere, tesisin krokisini sunmuş ve Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) raporlarına atıfta bulunmuştur (CPT/Inf (2002)8, 24 Nisan 2002; CPT/Inf (2000)17, 7 Aralık 2000).


  1. Hükümet’in ifadesi

Hükümet, başvuranın İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi’nin erkekler bölümünde tutulduğunu ve bu bölümün 220 m2 büyüklüğünde olduğunu belirtmiştir. Söz konusu kısımda, üç tuvalet, iki duş, 20 ranza, bir televizyon, iki telefon, iki klima ve bir kafeterya bulunmaktadır. Hükümet’e göre, odaların tamamı yeterli ışık ve hava almaktadır. Odalar günde iki kez temizlenmekte ve her gün kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği verilmektedir. Sığınmacılar ziyaretçi odasında yakınları ile görüşebilmektedir. Tıbbi yardıma ihtiyacı olanlar devlet hastanesine götürülmekte ve sağlık masrafları devlet tarafından karşılanmaktadır.


HUKUK


  1. AİHS’NİN 5/1 VE 5/4 MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran, hukuka aykırı olarak Yabancılar Şubesi’nde tutulduğu ve tutukluluğunun yasallığına itiraz edemediği konusunda şikayetçi olmuş ve bu şikayetini AİHS’nin 5/1 ve 5/4 maddelerine dayandırmıştır.


  1. Kabuledilebilirlik

AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir.


  1. Esas

Hükümet, başvuranın tutukluluğunun 5683 No.lu kanun’un 23. maddesi ile 5682 No.lu Kanun’un 4. maddesine dayandığını ve AİHS’nin 5/1(f) maddesi uyarınca başvuranın sınır dışı işlemleri tamamlanıncaya kadar Yabancılar Şubesi’nde tutulduğunu belirtmiştir. Hükümet, ayrıca, Türkiye’ye yasadışı yollardan giren ve Kırklareli Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi’nde tutulan A.A. isimli bir kişinin, idare mahkemeleri önünde tutukluluğuna ve sınır dışı edilmesine itiraz ettiğini ve bunun sonucunda geçici ikamet izni alabildiğini belirtmiştir. Bu nedenle, Hükümet’e göre, idari dava açmak, AİHS’nin 5/4 maddesi çerçevesinde etkili bir hukuk yoludur.


AİHM, aynı şikayetleri Abdolkhani ve Karimnia davasında, Hükümet’in A.A. örneğini de Tehrani ve Diğerleri / Türkiye (32940/08) davasında incelediğini hatırlatır. AİHM, Abdolkhani ve Karimnia davasında, başvuranların Kırklareli Yabancı Kabul ve Barındırma Merkezi’ne yerleştirilmeleri sonucu özgürlüklerinden mahrum bırakıldıklarını tespit etmiştir. AİHM, sınır dışı amacıyla tutukluluk kararı verme ve tutukluluk süresini uzatma ve böyle bir tutukluluk için süre koymaya ilişkin usulü belirleyen açık yasal hükümlerin yokluğunda, başvuranların maruz kaldığı özgürlükten yoksun bırakmanın, AİHS’nin 5/1 maddesi uyarınca “yasalara uygun” olmadığı sonucuna varmıştır. AİHM, Tehrani ve Diğerleri / Türkiye davasında, A.A.’ya ilişkin davadaki adli denetimin A.A.’nın talebine karşı ivedi bir cevap olarak görülemeyeceğini, başvuranın serbest bırakılmasına yönelik mahkeme kararına rağmen otuz gün daha tutuklu kalmaya devam ettiğini tespit etmiştir. AİHM, AİHS’nin 5/4 maddesi uyarınca, Türk hukuk sisteminin, başvuranların tutukluluklarının yasallığının adli denetime tabi tutulmasını sağlayabilecekleri bir hukuk yolu sunmadığı sonucuna varmıştır.


AİHM, söz konusu davayı incelemiş ve bu davada, yukarıda adı geçen Abdolkhani ve Karimnia ve Tehrani ve Diğerleri / Türkiye davalarında yapmış olduğu tespitlerden ayrılmasını gerektirecek herhangi bir özel koşul bulunmadığı sonucuna varmıştır.


Dolayısıyla, AİHS’nin 5/1 ve 5/4 maddeleri ihlal edilmiştir.


  1. AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi’ndeki tutukluluk koşulları konusunda şikayetçi olmuştur.


  1. Kabuledilebilirlik

Hükümet, başvuranın cezai ve idari hukuk yollarını tüketmediğini ileri sürmüştür. Hükümet, AİHS’nin 35/1 maddesinde öngörülen altı ay kuralına uyulmadığı gerekçesiyle başvurunun kabuledilemez olduğuna karar verilmesi gerektiğini eklemiştir. Hükümet’e göre, başvuranın yerel mahkemeler önündeki yargılamanın etkisiz olduğunu düşünmesi halinde, serbest bırakıldığı 25 Eylül 2004 tarihinden itibaren altı ay içerisinde başvuruda bulunması gerekmekteydi. Ancak, başvuran, 4 Nisan 2005 tarihinde başvuruda bulunmuştur.


Başvuran şikayetlerini yinelemiştir. Başvuran, Hükümet’in atıfta bulunduğu iç hukuk yollarının yalnızca teoride var olduklarını, uygulamada etkili olmadıklarını ileri sürmüştür. Bu bağlamda, başvuran, İstanbul İdare Mahkemesi’nin 29 Mayıs 2006 tarihinde vermiş olduğu örnek bir kararı sunmuştur. Mahkeme, söz konusu kararda, Eylül 2005’te sınır dışı edilmek üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi’nde tutulan ve tutukluluk koşullarıyla ilgili benzer bir şikayette bulunan O.İ. isimli şahsın itirazını reddetmiştir. Mevcut usule göre, İlçe Kaymakamlığı O.İ.’nin şikayetini incelemiş ve delil yetersizliğinden dolayı yasal takip başlatmayı reddetmiştir.


AİHM, AİHS’nin 35/1 maddesinin amacının, Sözleşmeci Devletlere aleyhlerindeki iddialar AİHM önünde sunulmadan önce bu iddiaları önleme ya da düzeltme fırsatını sağlamak olduğunu hatırlatır. Sonuç olarak, Devletler meseleleri kendi hukuk sistemleri dahilinde çözüme kavuşturmaya çalışmadan uluslararası bir kurum önünde filleri için hesap vermekten muaf olurlar. Ancak, AİHS’nin 35/1 maddesi bağlamında tüketilmesi gereken iç hukuk yolları, hem iddia edilen ihlallerle ilgili olanlar hem de mevcut ve yeterli olanlardır. Bu tür iç hukuk yollarının mevcudiyeti, yalnızca teoride değil uygulamada da kesin olmalıdır, aksi takdirde gerekli erişilebilirlikten ve etkinlikten yoksun olurlar (Kalashnikov / Rusya, no. 47095/99).


Ayrıca, AİHM, iç hukuk yollarının tüketilmesi alanında, AİHM’yi söz konusu iç hukuk yolunun ilgili tarihte teori ve pratikte mevcut, bir diğer deyişle, erişilebilir, başvuranın şikayetleri hususunda tazmin sağlayabilen ve makul başarı olasılıkları sunabilen etkili bir iç hukuk yolu olduğuna ikna etme hususundaki ispat yükümlülüğünün Hükümet’e ait olduğunu hatırlatır. Söz konusu ispat yükümlülüğünün yerine getirilmesiyle, Hükümet’in ileri sürdüğü iç hukuk yolunun aslında tüketilmiş olduğunu ya da belirli bir nedenden ötürü dava koşulları altında uygun ve etkili olmadığını ya da kendisini söz konusu gereklilikten muaf tutan özel koşulların mevcut olduğunu kanıtlama görevi başvurana ait hale gelir (Kalashnikov, yukarıda kaydedilen).


AİHM, yukarıda anlatılanlarla bağlantılı olarak, başvuranın, kendisiyle aynı yerde tutulan ve tutukluluk koşullarıyla ilgili olarak yasal takip başlatılmasını talep eden bir kişinin itirazlarının mahkeme tarafından reddedildiğini gösteren bir karar sunduğunu gözlemlemektedir. AİHM, başvuranın iddialarına cevaben, Hükümet’in, benzer şikayetlerin incelendiğini ve verilen mahkeme kararının ardından yabancılar şubesindeki koşulların iyileştirildiğini gösteren herhangi bir dava örneği sunmadığını kaydeder.


Bu nedenle, AİHM, başvuranın tutukluluk koşullarına ilişkin şikayetini telafi edebilecek iç hukuk yollarının mevcut olduğunun yeterli bir kesinlikle tespit edilmediği sonucuna varır. Dolayısıyla, AİHM, Hükümet’in itirazını reddeder.


Hükümet’in altı ay kuralına ilişkin şikayeti hususunda, AİHM, Hükümet’in bahsettiği tarihin başvuru formlarının AİHM’ye ulaştığı tarih olduğunu gözlemlemektedir. AİHM, daha önceki kararlarında, belgelerin geldiği tarihte Sekretarya tarafından basılan damganın başvuru tarihini değil (Şahin Karakoç / Türkiye, no. 19462/04), başvuranın başvuruda bulunmak istediğini gösteren ilk bildirimin tarihini yansıttığını kaydetmiştir (Chalkey / Birleşik Krallık, no. 63831/00). Söz konusu davada, gerektiği şekilde tamamlanan başvuru formları 21 Mart 2005 tarihinde faksla AİHM’ye iletilmiştir. Başvuran, 25 Eylül 2004 tarihinde serbest bırakılmıştır. Sonuç olarak, AİHM, başvurunun altı aylık süre içerisinde yapıldığını tespit eder.


AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir.


  1. Esas

Hükümet, başvuranın iddialarının dayanaktan yoksun olduğunu ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi’ndeki koşulların sınır dışı amacıyla geçici olarak orada tutulan yabancıların bütün temel ihtiyaçlarını karşıladığını ileri sürmüştür. Başvuran, şikayetlerini sürdürmüştür.


AİHM, AİHS organlarının içtihadına göre, kötü muamelenin 3. madde kapsamına girebilmesi için asgari düzeyde şiddet içermesi gerektiğini yineler (İrlanda / Birleşik Krallık). Aynı durum, söz konusu onur kırıcı muamele için de geçerlidir (Costello-Roberts / Birleşik Krallık). Asgari düzeyde şiddet kavramının değerlendirilmesi görecelidir; muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri, bazı durumlarda ise mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi davanın tüm koşullarına bağlı olarak değişir (İrlanda ve Costello Roberts). Bu bağlamda, aşırı kalabalık, ısınma, sağlık, uyku, yemek, dinlenme ve dış dünyayla iletişime yönelik hizmetlerin yetersizliği insanlık dışı ya da onur kırıcı muameleyle eşdeğer olabilir. Tutukluluk koşulları değerlendirilirken, söz konusu koşulların kümülatif etkileri ve başvuranın öne sürdüğü iddialar göz önüne alınmalıdır (Dougoz / Yunanistan, no. 40907/98).

AİHM, ilk olarak, yukarıda da bahsedildiği üzere, başvuranın özgürlüğünden mahrum bırakıldığını hatırlatır. Başvuranın kendi isteği dışında devlet denetimindeki bir merkezde tutulduğu hususu göz önüne alınacak olursa, söz konusu merkezdeki fiziki koşulların AİHS’nin 3. maddesinde öngörülen şartlara uygun olması gerekir (Tehrani ve Diğerleri).


AİHM, başvuranın, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi ile ilgili CPT raporlarına atıfta bulunduğunu, tutukluluk koşullarını ayrıntılı bir şekilde anlattığını ve söz konusu iddialarını desteklemek üzere tesisin krokisini sunduğunu gözlemlemektedir. Hükümet, buna cevaben, tesisle ilgili genel bir bilgi vermiş, ancak belirli bir dönemde tesiste tutulan kişi sayısına veya tutulan kişilerin açık havaya çıkmalarına izin verilip verilmediğine dair herhangi bir ayrıntıya değinmemiştir.


AİHM, CPT’nin 1999 yılında, Eylül 2001’de ve Aralık 2005’te İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi’ni ziyaret ettiğini gösteren iki CPT raporunun ilgili bölümlerini dikkate almaktadır. Başvuran, 25 Haziran-25 Eylül 2004 tarihleri arasında söz konusu tesiste tutulmuştur; bu dönem CPT’nin en son iki ziyareti arasındaki döneme denk gelmektedir. AİHM, CPT’nin yapmış olduğu tespitlerin, başvuranın tutukluluk koşullarının değerlendirilmesi için güvenilir bir zemin oluşturduğunu belirtir (Kehayov / Bulgaristan, no. 41035/98). “Tesiste inanılması güç bir kalabalık ve sefalet vardı” tanımlaması yapılarak her iki raporda da tutukluluk koşulları ciddi bir biçimde eleştirilmiştir. CPT, ikinci raporda tesisin kapasitesinin dışına çıkılmaması gerektiği önerisinde bulunmuştur. AİHM, yerinde inceleme yapmamakla beraber, başvuranın iddialarının CPT raporunda varılan sonuçla desteklendiğini kaydeder. Başvuran, CPT tarafından aşırı kalabalık ve yetersiz olduğu tespit edilen İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi’nde doksan gün boyunca tutulmuştur. Herkes için yeterli yatak veya battaniye bulunmadığı görülmektedir. Ayrıca, Hükümet, odaların günışığı alıp almadığı konusuna açıklık getirmemiş, tutukluların dışarıya çıkmalarına izin verilmediği iddiasına da karşı çıkmamıştır. Dolayısıyla, başvuran tarafından iddia edildiği ve CPT’nin yukarıda bahsi geçen ikinci raporu tarafından desteklendiği üzere, başvuranın, Yabancılar Şubesi’nde tutulduğu doksan gün boyunca, günışığından faydalanamadığı veya açık havaya çıkamadığı görülmektedir.


AİHM, yukarıda anlatılanlar ışığında, başvuranın İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi’ndeki tutukluluk koşullarının, özellikle de aşırı kalabalığın, uyuma konusundaki sıkıntıların, açık havaya çıkmasına izin verilmemesinin ve çok uzun süre boyunca bu koşullar altında tutulmasının AİHS’nin 3. maddesi kapsamındaki şiddet sınırını aştığı ve onur kırıcı muamele anlamına geldiği kanaatindedir.


Bu nedenle, AİHM, söz konusu maddenin ihlal edildiği sonucuna varır.


  1. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

AİHS’nin 41. maddesine göre:

“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”

Başvuran, maddi tazminat talebinde bulunmamış, manevi tazminat olarak 12,000 Euro talep etmiştir. Başvuran, yargılama masraf ve giderleriyle ilgili olarak, saat başına 210 TL + % 18 KDV karşılığında imzalanan avukatlık sözleşmesini sunmuş ve bu dava için otuz altı saat çalışıldığını, bunun da 9,261 TL’ye (yaklaşık 4,823 Euro) tekabül ettiğini belirtmiştir.


Hükümet, söz konusu miktarların aşırı olduğunu ve yalnızca gerçekliği kanıtlanan yargı giderlerinin elde edilebileceğini belirterek bu taleplere itiraz etmiştir.


AİHM, başvuranın tek başına tespit edilen ihlallerle telafi edilemeyecek düzeyde manevi zarar görmüş olabileceği kanaatindedir. Tespit edilen ihlallerin ağırlığını göz önünde bulunduran AİHM, adil temellere dayanarak, başvurana bu başlık altında talep ettiği miktarın tamamının ödenmesine karar verir.


AİHM’nin içtihadına göre, bir başvuran gerçekliğini ve gerekliğini kanıtladığı makul miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir. AİHM, söz konusu davada, elindeki belgelere ve yukarıdaki ölçütlere dayanarak, yargılama masraf ve giderleri karşılığında başvurana 3,500 Euro ödenmesine karar verir.


  1. Gecikme faizi

AİHM, gecikme faizinin, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faiz oranına üç puanlık bir artış eklenerek belirlenmesini uygun görmektedir.


BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM, OYBİRLİĞİYLE,


  1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna;
  1. AİHS’nin 5/1 ve 5/4 maddelerinin ihlal edildiğine;
  1. AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine;
  1. (a)AİHS’nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası’na çevrilmek üzere ve her türlü vergi ve kesintiden muaf tutularak Savunmacı Hükümet tarafından, başvurana, manevi tazminat olarak 12,000 Euro (on iki bin Euro), yargılama masraf ve giderleri karşılığında 3,500 Euro (üç bin beş yüz Euro) ödenmesine;

(b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten ödemenin yapılmasına kadar geçen süre için, söz konusu meblağlara, Avrupa Merkez Bankası’nın anılan dönem için geçerli olan marjinal kredi faiz oranına üç puanlık bir artış eklemek suretiyle belirlenecek basit faiz uygulanmasına;


  1. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddedilmesine karar vermiştir.

İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları gereğince 19 Ekim 2010 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.